5.01.2012

konuşu-yorum: Babam ve Oğlum


Öncelikle bir uyarıda bulunmak isterim; eğer filmi henüz izlemediyseniz senaryoya dair bilgiler içerdiği için bu yazıyı filmi izledikten sonra okumanızı öneririm.
Çok iyi hatırlıyorum, film izlemek ve sinemaya gitmek için zaman ve ilgimin olmadığı bir dönemdi ve Milliyet gazetesinde “Ne yaptın Çağan Irmak” başlıklı bir haber okumuştum. Bu haber ile “Babam ve Oğlum” un sinema gündeminde nasıl bir bomba etkisi yaratıp, izleyenleri duygusal anlamda derinden sarstığından haberdar olmuştum. Şahsım adına  “Babam ve Oğlum” filmi benim Çağan Irmak, Çetin Tekindor ve Fikret Kuşkan’ı tanımama sebep olan bir başyapıttı. Bu insanların sahip oldukları mesleklerinin nasılda zirvedekileri olduklarını görmeme fırsat verdi. Özellikle Çağan Irmak ve Fikret Kuşkan’ın genç yaşlarına da bakarak Türk sinemasının geleceği adına bir sevinç kaplamıştı içimi. Çetin Tekindor için ise nasıl olur da böylesi yetenekli bir oyuncu sektörün içinde de olmasına rağmen genç yaşlarında tam anlamıyla değerlendirilmemiş diye şaşırmıştım. Ayrıca şunu da unutmayalım, “Babam ve Oğlum” filmi Binnur Kaya, Yetkin Dikinciler gibi bugünün üst düzey oyuncularının o özel oyunculuk yeteneklerini seyirciye sundukları ve kendilerine de güzel bir kariyer yolu açtıkları ilk önemli projelerindendi. Yine filmde çok kısıtlı süre rol alsalar da Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün ve Özge Özberk gibi isimlerde kendileri için çok önemli bir projede boy göstermiş oldular. Bence burada da Çağan ırmak’ın hakkını teslim etmek gerekiyor çünkü bu yetenek avcısı özelliği sayesinde bugün yeniden bir araya getirmeye kalksanız sadece oyunculara ödenecek paranın bile ciddi bir meblağ tutacağı bu kadroyu o zaman  “Babam ve Oğlum” da buluşturmuştu. Şerif Sezer ve Hümeyra gibi büyük ustalardan tutun da küçük “Deniz”i canlandıran Ege Tanman’a kadar kadrodaki her bir oyuncu filmi bir adım daha yükseğe taşıyacak performanslarını sergilediler.
Sokakta bir park kenarında gerçekleşen mecburi doğum sahnesinde doğum sancısının acı çığlığının kararan bir sahne ile iç içe girişi bence Türk sinema tarihindeki en etkileyici sahnelerden birisiydi.
Hapishanede işkenceye maruz kalmış Fikret Kuşkan’ın canlandırdığı “Sadık” karakterinin baba evine dönüş seyahatinde trende kimlik kontrolü yapan polislerle karşılaştığı sahne sadece bakışlarla büyük bir korkunun nasıl yaşatılacağına dair harika bir oyunculuk örneğiydi.
Ve filmin başından sonuna dek çocuğunu kendisinden uzaklaştırmaya çalışan bir babanın her hareketindeki dramı ancak Fikret Kuşkan’ın oyunculuğundaki kadar iyi canlandırılabilirdi.
Ege Tanman’ın da hakkını verelim, bir çocuğun başka bir evde, odada, yatakta tek başına uyumak zorunda kaldığında yaşadığı huzursuzluğu çok güzel oynamış.
Dede ile torunun çok da sevecen olmayan ilk karşılaşması, sonrasında ilk yakınlaşmaları çok güzel sahnelenmiş.
Yetkin Dikinciler’in canlandırdığı biraz yarım akıllı ve kötülük nedir bilemeyecek kadar saf bir insan rolü o kadar güzel oynanmıştı ki seyirci “Salim” karakteri ile unuttuğu insan saflığını bir kez daha hatırladı.
Ve benim için tartışmasız sinema tarihinin en dokunaklı sahnesi Baba (Çetin Tekindor) ile Oğlunun (Fikret Kuşkan) geçmişe dair hesaplaşmaları ve sonunda “Sadık”ın yakalandığı ölümcül hastalık nedeniyle yere yığılması.
Film boyunca hayal dünyasını da elden bırakmayan küçük “Deniz”in son bir kez ölmüş babasını süperman olarak hayal etmesi ve onunla vedalaşması.
Belki bir çokları "iç sızlatan ve fazla acılı bir film" damgası yapıştırabilir ama ben ne zaman yaşadığımız dünyanın geçiciliğini ve her an yanımızda olacaklarını sandığımız sevdiklerimizden ne kadar da kolay ayrılabileceğimizi hatırlamak istesem “Babam ve Oğlum” u izliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder