31.12.2011

konuşu-yorum: Dedemin İnsanları

Cocuklu bir hayata adim attiktan sonraki gecen 2 senede esimle birlikte yalnizca 2 defa sinemaya gitme sansi yakalayabildik. Ilk gittigimiz film Avatar'di. Digeri ve burada bahsedecegim ise vizyona girisinin dorduncu gununde izledigimiz bir Cagan Irmak basyapiti olan "Dedemin Insanlari" filmi. Benim Cagan irmak filmleri ile tanismam "Babam ve Oglum" ile basladi. Bir gun bu film icin ayri bir yazi yazmayi planliyorum ama simdilik de bunun en iyi Turk filmleri arasinda kesinlikle ilk 3'te yer alacagini soylemek isterim. Daha sonra Issiz Adam, Ulak derken Cagan Irmak Turk sinemasina cok buyuk katkilar saglamaya basladi ve bir gun adi cok daha guclu bir sesle, cok daha saygili bir ifade ile anilacak, bundan hic suphe yok. Iste sahip oldugum bu dusuncelerle sadece bir Cagan Irmak filmi olmasi, ustune basrolu Cetin Tekindor'un canlandiriyor olmasi bile daha baska hic bir arayisa gerek duymadan bu filme gitmemize yetti de artti. Film mubadele doneminde Yunanistan'dan Turkiye'ye gocmek zorunda kalan bir ailenin dramini, hem goc esnasinda hem de Turkiye'de yillar gecmesine ragmen hala bir yabanci gibi dislanislarini anlatiyor. Bundan en cok rahatsiz olan ve ne oldugunu kavramakta zorlanan ailenin en kucugu (torun) ile ailenin reisinin (dede) ona hic hissettirmeden yol gosterisi anlatiliyor. Siyasi dusunceleri yuzunden ulkede gerceklesen darbeden ailenin nasibini almasi yurekleri burkacak bir bicimde ele alinmis. Hayatinin son demlerine bile gelse insanin cocukluk anilarini nasil bir hasret ve ozlemle hatirliyor olmasi da cok guzel islenmis. Cetin Tekindor oyunculugunda kendini asmis ve seyirciyi hayran birakiyor. Humeyra cok az sure ile oynamis olsa da yine cok etkili olmayi basarmis. Kucuk "Cagan"i canlandiran oyuncumuz icin de basarili bir performans sergiledigini soyleyebilirim. Her oyuncu rolunun hakkini fazlasiyla vermis ki bunda Cagan Irmak gibi bir yonetmenle calismanin performanslarini bir adim daha oteye tasimalarinda etkisinin buyuk oldugunu dusunuyorum. Eger hala izlemediyseniz bence sizlere cok guzel bir 2 saat yasatacak film, degerlendirin derim.

29.12.2011

konuşu-yorum: Bir milli piyango sacmaligi


Maalesef her yeni yil gelen ayni sacma haberi tekrar tekrar goruyoruz. Bazi isim yapmis piyango bayilerinin onunde uzun kuyruklar olusuyor ve insanlar paralari karsiliginda piyango bileti almak icin hic usenmeden, bir hic ugruna ziyan ettikleri zamanlarina acimadan saatlerce beklemeyi goze aliyorlar. Oysa bu bekleyisin altinda yatan sacmaligi ortaya dokmek icin oyle aman aman bir matematik bilgisine ihtiyac yok. Eger N sayida piyango bileti varsa ve siz bunlardan birine sahipseniz buyuk ikramiyenin size cikma olasiligi (eger birileri size sahte bir bilet satmamissa) 1/N dir. Biletinizi hangi sehirden, hangi bayiden aldiginizin zerre kadar onemi yoktur. Ha ruyaniza giren ak sakalli dedenin 'size evladim bak biletini su gun git suradan al' dedigi bir ruya gormus ve buna inanmissaniz orasini bilemem. Peki durum boyleyken neden Turk insani bu sacmaliga ortak oluyor ve hic hak etmedikleri halde bazi piyango bayilerine markalasma, unvan salma olanagi taniyor. Is o kadar ki istanbul'da unlenen piyango bayisi tutup Ankara'da zincir subesini acabiliyor. Sanki sattigi herhangi bir biletin buyuk ikramiyeyi kazanma olsailigi 1/N den daha buyuk olabilecekmis gibi. Umarim insanimiz artik bu sacmaliga bir son verir ve bizler de her yeni yil oncesi (sahsen beni izlerken bile utandiran) bu sacma kuyruk haberlerini izlemekten kurtuluruz. Lafi tum bileti olanlara sans dileyerek bitirelim, ama unutmayalim ihtimal ayni 1/N :)

24.12.2011

Patatesli Gül Böreği


Nihayet o gün geldi ve bloğumuzda ilk pisiri-yorum yazımı yayınlıyorum. Gecen aksam canim birdenbire patatesli börek çekti ve bunu duyan sevgili esim ertesi gün isten elinde hazır yufka ile çıkageldi. Sonra da hünerli elleri ile o benim canimin çok istediği patatesli böreği yaptı. Ben de sizlere simdi bu böreğin yapılışını anlatmaya çalışacağım. Tabii ki esimin yardımıyla : ) ilk olarak gerekli malzemelerden başlayalım.


·          3 adet hazır yufka
·          5-6 adet orta boy patates
·          1 adet yumurta
·          1 su bardağı sıvı yağ
·          1 su bardağı sut
·          1 adet büyük boy soğan
·          1 dolu yemek kaşığı salca
·          Çörekotu, Nane

Simdi gelelim böreğimizin yapılışına;

İlk olarak patateslerimizi haşlıyoruz ve sonrasında rendeliyoruz. Soğanımızı yemeklik doğruyoruz ve 1 su bardağı yağımızın yarısı ile pembeleşinceye kadar kavuruyoruz. Sonra üzerine salca ve isteğe göre nane ekleyerek karıştırıyoruz. Patateslerimizi de bu karışıma ilave ediyoruz. Ve 2-3 dakika kadar daha kavurduktan sonra ocağımızı kapatıyoruz. Böylece böreğimizin iç malzemesi hazır.

Yufkalara sürmek için derin bir kabin içerisinde 1 yumurta, 1 su bardağı sut ve iç hazırlamadan artırdığımız yarim su bardağı yağımızı karıştırıyoruz. Yufkaların her birini 4 eşit parçaya bölüyoruz. Hazırladığımız karışımı bir fırça yardımı ile her bir parçanın üzerine sürüyoruz. Sonra resimde de göreceğiniz üzere patates harcını yufkalara eşit biçimde yayıyoruz.


Sonrasında yufkanın geniş tarafından başlayarak içe doğru rulo halinde sarıyoruz. Bu defa da bir ip gibi olan rulomuzu bir ucundan tutarak spiral olacak şekilde kendi çevresinde kıvırıyoruz. Tüm bu spiral (gül) haline getirdiğimiz 12 adet yufkamızı yağlanmış fırın tepsisine diziyoruz.


Sonra kalan karışım böreklerin üzerine sürülür, çörekotu serpilir ve 200 °C ye ayarlanmış fırına verilir. üzerleri kızarmış börekleri fırından alabilir ve afiyetle yiyebilirsiniz. Önerim yanına güzel bir de çay demleyin.

Not: Yağ ve salca miktarı isteğe göre artırılabilir ya da azaltılabilir, nanenin yanında başka baharatlarda kullanılabilir.

18.12.2011

Mangal Sefası, Balgat


Diğer illerde durum nasıl bilmiyorum ama tüm Ankara'da yasayanların da malumu üzere şehrimizde mazisi belki de 3 yıldan daha eskiye gitmeyecek olan bir mangal restaurant furyası var. Mantar gibi türeyen bu mangalcıların ilk çıkış bölgeleri de Balgat semti. Açıkçası tüm bu şubelerin ayakta kalması imkansız, daha az bir ihtimal olsa da belki zamanla insanlar bu konseptten sıkılacak ama ben su an için bu mangalcı furyasından memnunum. Bir kere çok uygun olan fiyatları ile mahalle arası pidecilerden daha iyi bir hizmet sunarak fakir olan insanlarımız için de dışarı çıkabilme imkanı doğdu. Ayni şekilde ailesi başka şehirde olan üniversite öğrencilerine sonrasında bulaşık da bıraktırmayacak :) şekilde et ile beslenme alternatifi oluştu. Burada servis edilen köfte evde yapılana göre daha farklı (muhtemelen harcında ekmek kullanılmadığı için, daha çok İnegöl köfte tarzı) olusundan yine dışarı çıkmak için bir sebep oluyor. Mangal Sefası’nda kilo ile köfte, tavuk servis ediliyor. Ben şimdiye kadar tüm gidişlerimde hep köfte yedim. Köftenin kg fiyatı 32 TL. 500 gr köfte porsiyonuna yaklaşık 18-20 adet köfte geliyor. bu da 2 kişiyi doyurmak için yeterli bir miktar. Önden ikram olarak yeşil biber tursusu ve antep ezme geliyor. Köftenizi beklerken acili ikramlar açlığınızı bir derece daha artırıyor. Mangal Sefası’nın (ve bu hizmeti veren diğer mekanların) bir diğer güzelliği de çok uygun fiyata litre olarak kola ya da ayran servisleri. Açıkçası bu size bir kutu kola ya da ayranın yetmeyeceği durumlarda oldukça avantajlı bir teklif çünkü ayran ya da kola fark etmeksizin litre fiyatları sadece 3.75 TL. Mangal Sefası kendisi ile ayni sırada yer alan diğer mangalcılara göre biraz daha hoş ve güzel bir mekana sahip. Alt katında çocuklar için de bir oyun alanı mevcut. Daha güzel bir dekorasyona sahip ve aracınızı park etme derdinden sizi kurtaran vale hizmetleri de mevcut. Tatlı konusunda ise tek seçenek kaymaklı ekmek kadayıfı ki bu maalesef bana pek uymayan bir tatlı. İnternet sayfası için tıklayınız..

16.12.2011

Piano Plus, Bu defa Eğlence...


Daha önce Piano Plus’a eşimle birlikte bir hafta içi akşam yemeği için gidişimizi yine bu sayfada anlatmıştım. O yazıyı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. Geçtiğimiz hafta sonu ise arkadaşlarla birlikte 25-30 kişilik kalabalık bir grup olarak eğlenmeye gittik ve şimdi Piano Plus’ı bir de bu yönüyle anlatmaya çalışacağım. Öncelikle değinmek gerekirse hafta içi bir gitaristin çalması ve söylemesine dayalı bir müzik oluyordu. Haliyle çok kalabalık olmuyor ve bu da psikolojik olarak “madem yemeklerimizi de bitirdik e hadi o zaman yavaştan eve doğru yol alalım” durumuna yöneliyordu. Artıları da yok değil tabi, eğer bu bir iş yemeği, ya da bir sohbet ortamına ihtiyacınız varken ama o kadar da kuru olmasın derseniz bu tek gitar ya da piyano tam istediğiniz konsepti teşkil edebilir. Gel gelelim hafta sonuna, bir defa rezervasyon yaptırmamışsanız boş masa bulurum umudu ile şansınızı denemeye kalkmayın. Hafta sonları Piano’da “Kırık Plak” isimli bir grup sahne alıyor. Benim bulunduğum geceki işleyişi anlatacak olursam saat 8 gibi sahne alan grup yaklaşık 1 saat kadar enstrümantal müzik yapıyor. Daha çok eskilerden ve hafif müzik tadında ilerleyen bu sürenin ardından grubun solisti de olaya dahil oluyor. Kırık Plak gerçekten de çok yetenekli müzisyenlerden oluşan bir grup. Özellikle bir elemanları var ki piyano, gitar ve trompet olmak üzere 3 enstrümanı da hakkını vererek çaldığını söyleyebilirim. Diğer elamanların da aşağı kalır bir yanı yok. Grubun solisti sahnesine gerçekten çok hakim. Misafirler ile çok iyi bir diyalog ortamı kurarken söylenen şarkılara onları da eşlik ettirmesini ve böylece herkesin eğlenmesini sağlamayı iyi biliyor. Ses olarak ta gayet başarılı buldum. Gerek Türkçe gerekse İngilizce şarkıları güzel yorumluyor. Kısacası “Kırık Plak” işini profesyonelce yapan müzisyenlerden oluşmuş, kaliteli bir grup. Masalardan yemekler kalktıktan sonra gecenin de ilerleyen saatleri ile birlikte eğlencenin dozunu şarkılarla bir vites daha artırıyorlar. Mönü ve yemekler konusuna gelirsek, bizler kalabalık bir grup olarak gittiğimiz için öncesinden fix mönü anlaşması yapmıştık. Normalde böyle bir fix mönü uygulamaları var mı bilmiyorum. Buna göre ordövr tabağı+ara sıcak+ana yemek+3 adet alkollü ya da alkolsüz içki ve meyve tabağı için kişi başı 60 TL ödedik. Ordövr tabağına bir açıklamaya gerek olduğunu sanmıyorum. Ara sıcak olarak paçanga böreği geldi ki gerçekten çok güzeldi ve sıcak servis edilmesi de lezzetini bir kat daha artırdı. Yemek olarak karışık ızgara geldi (ki bu tip eğlence yerlerinde yemekten çok da fazla bir şey beklemezsiniz) ve masadaki herkesin beğenisini kazandı. Mönü incelendiğinde bizim fix mönü için ödediğimiz ücretin ne eksik ne de fazla olduğunu düşünüyorum. Yani eşinizle, sevilinizle, arkadaşınızla gittiğinizde de yeyip içtiğinize göre daha az ya da daha pahalı bir hesap ödemeniz mümkün.

12.12.2011

Kuki+ (Kahvaltı)


Geçtiğimiz Cumartesi sabahı bizim 2 yaşındaki küçük bey bizleri erkenden uyandırdı. Uykunun o müthiş cazibesine rağmen küçük bey’in hışmı ağır bastı ve mecburen kendimizi yorganın dışında buluverdik. Planda olmayan bu hafta sonu erken kalkış sonrasında eşim ve ben hemen bir plan yaparak kahvaltı için Çankaya Filistin Sokak’ta bulunan Kuki+’ın yoluna koyulduk. İlk olarak park durumundan bahsedeyim. Kuki+’ın önünde oraya özel ayrılmış bir park alanı yok. Yolun karşısına park etme şansınız var ama tabi yer bulabilirseniz. Biz günün erken saatleri nedeniyle şanslıydık ve aracımızı mekanın hemen karşısına park edebildik. Mekan bahçe ve salon olmak üzere çok farklı ve nezih olduğunu hissettirir şık bir dekorasyona sahip. Daha kapıdan girer girmez şef kıyafeti giymiş bir adamın kendisini çevreleyen geniş bir U masanın ortasından masada oturanlara öğretmen misali bir şeyler anlattığına tanık olduk. Çok geçmeden anladık ki aslında bu bir “pasta yapma/süsleme kursu”. Açıkçası bu olay bile farklı ve güzel bir atmosferin oluşmasına yardımcı olmuş. Eğer yakınlarına oturursanız kulak kabartıp dinleme, izleme şansınız da var. Kahvaltınızı beklerken ya da sonrasında çay/kahve keyfi yaparken keyifle okuyabileceğiniz dergileri mekanın bir köşesinde dizili halde sizleri bekliyor. İnanın bu çok büyük bir keyif fakat bir hevesle kaptığım otomobil dergisi benim okumamdan çok, “bak bu sarı araba benim olsun, şu kırmızı da senin” şeklindeki diyaloglarla bizim ufaklığı oyalama işlevi gördü. Kahvaltıya gelecek olursak, çift kişi için geniş bir tahta tepsi de peynir çeşitleri, zeytinyağı içerisinde siyah ve yeşil zeytinler, içinde soyulmuş bademler olan güzel bir bal tabağı, gözleme, bazlama, sosis ve patates kızartması, chery domates, salatalık ve çok güzel bir ceviz reçeli geliyor. Miktarlar gayet yeterli. Peynir çeşitleri içerisinde kötü yok. Çayı da güzel demlemişler. Yani sizin anlayacağınız harika bir hafta sonu kahvaltı keyfi yaşayabiliyorsunuz. Haa az daha unutacaktım, benim pek aram yoktur ama görüntüsü ve lezzeti (eşimin dediğine göre) ile de çok güzel sahanda yumurta da geliyor. Bu güzel kahvaltının bedeli ise belki biraz pahalı, kişi başı 22 TL. Kuki+ internet sayfası için buraya tıklayınız.

9.12.2011

konuşu-yorum: Türk Dizileri Neden Tutmuyor?

Sıkı bir dizi takipçisi değilimdir ama hafta içi çoğunlukla evcimen bir yaşantımız olduğu için kanal değiştirirken de olsa az biraz genel kültürüm vardır. Bilmiyorum sizler de fark ettiniz mi nedense bu sezon diziler tutmuyor ve daha çift haneli bölüm rakamlarına ulaşamadan final bölümlerini yapmak zorunda kalıyorlar. Hatta geçen sezonlardan çok iyi izleyici kitlesine sahip yapımlar bile bu yıl mecburi final bölümlerine hızla ilerlediler. Şöyle bir hafızamızı zorlarsak “Çok Güzel Hareketler Bunlar” ağır toplarının önemli bir kısmını kaybetmesi ve yerlerine alternatiflerini bulamaması sonucunda sürekli bir iniş grafiği izleyerek son buldu. Sezona iddialı başlayan ve  “Çok Güzel Hareketler Bunlar” ın iskelet kadrosunun başrollerini üstlendiği “Aşağı Yukarı Yemişlililer” de 7. bölümünü zor gördü. Benim 30 lu bölümlerinden itibaren izlemeye başladığım ve çok beğendiğim bir yapım olan “Geniş Aile” de maalesef tüm hikaye değişikliği çabalarına ve kadrosuna yeni isimler katmasına rağmen ekranlardan planlanandan önce silinmekten kurtulamadı. Bunun haricinde Halil Ergün’ün TRT deki dizisi, Nurgül Yeşilçay’ın bölüm başı rekor ücret aldığı dizi, Fahriye Evcen’in başrolünü oynadığı dizi benim ilk olarak aklıma gelenler (ama adlarını hatırlayamadığım J ). Sanırım burada en önemli etken sayıları artık çok fazla artan dizilerde seyircinin gerçekten her yönüyle (senaryosundan tutun da çekim detaylarına kadar) kaliteli yapımları görmek istemesi. Yıldız oyuncu isimleri ile de bu işin olmayacağı bu sezon anlaşılmış oldu. Örneğin geçen sezonun flaş yapımı “Muhteşem Yüzyıl” ın karşısına konularak ciddi bir başarı yakalayan “kuzey Güney” dizisinde Kıvanç Tatlıtuğ’un isminden çok sergilediği harika oyunculuğun etkisi var. Ama dizi genelinde bir kalite sunmayı başaramasaydı onun da tutunması mümkün olmayacaktı. “Geniş Aile” nin de bitmesiyle sanırım bu sezonun en büyük eksisi çok iyi bir komedi dizisinin olmayışı. Uzun süredir konuşulan Gülse Birsel’in yeni dizisi ile bu açığın kapanabileceğini düşünüyordum fakat nedense bu yapım da henüz başlamadı. Mahsun Kırmızıgül’ün “hayat Devam Ediyor” adlı dizisi için düşüncem ise iyi bir yapım fakat yine de beklentilerin altında kalacak. İşlediği konu gereği de çok uzun ömürlü olamayacağını düşünüyorum.

6.12.2011

Liva Pastanesi, Çukurambar

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama bence Ankara’da ki Liva Pastanelerinin en iyisi Çukurambar şubesi diyebilirim. Zaten yıllar önce başlattığı pastane+yemek+brunch+çay saati kombinasyonunun çok iyi iş yapması nedeniyle geçtiğimiz yıl hemen karşısına MADO, biraz aşağısına ise pelit açıldı.
İlk olarak Liva’nın konumundan bahsedelim. Cadde üzerinde çok iyi bir yer tutmuş ve yan tarafında otopark olarak kullandıkları oldukça geniş bir alan mevcut. Aracınızla liva’nın önüne geldiğinizde sizi karşılayan valeler mevcut. Mekan 2 katlı ve oldukça geniş de bir açık alana sahip. Üst kat cam kenarlarının güzel de bir cadde manzarası var. Giriş bölümü aynı zamanda pastane alanı ve insanın ağzını sulandıracak harika görünümlü tatlılar, pastalar göz önünde. Benim gözlemlerime göre giriş katı daha kalabalık, üst kat ise daha sakin. Oturma alanları gayet hoş dekore edilmiş. Pasta ve tatlı konusunda kendisini kanıtlamış olan Liva, et konusunda da leziz ve güzel yemekler sunuyor. Karışık ızgara, fajita, tavuk şinitzel önerebileceklerim arasında. Canını istediğinde güzel karışık kumpirlerini de deneyebilirsiniz. Çok kalabalık olduğunda servis hızı biraz sekteye uğruyor. Ben henüz gitme fırsatı bulamadım fakat arkadaşlardan edindiğim bilgi brunch konusunda da iyi oldukları. Fiyatlar çok ucuz değil ama öyle gözünüzü korkutacak kadar pahalı da sayılmaz. Tabi bunu söylerken Ankara geneline göre değerlendirmeye çalışıyorum.. Mado ve Pelit ile o bölgeye rekabet gelmiş olması biz musteriler icin cok sevindirici bir gelisme.Liva internet sayfasi icin tiklayiniz.

5.12.2011

konuşu-yorum: Benyamin Sönmez

 
Bilmiyorum belki de benim cahilliğimden, adını ölümü sayesinde öğrendiğim büyük bir yetenek. 30 Kasım 2011 günü ayrıldı aramızdan hem de 28 yaşındaki bir bedene bir anda saplanan bir kalp ağrısı yüzünden. Olmuyor, olamıyor iste.. Bir türlü beceremiyoruz şu kıymet bilmeleri olum gelmeden. Simdi ben ve benim gibi onbinlercesi hem bugüne kadar dinleme, izleme şansına bile sahip olamadığımız için "büyük bir yeteneğe yazık olmuş" diyeceğiz, içimizde derinlerde de bir Türk’ün bizim o ölene kadar habersiz olduğumuz basarisi ile gururlanacağız. Fakat tek suçlu, hatta asil suçlu elbette bizler değiliz. Sen klasik müzik dinlemesen de ülkende bu iste bu denli yetenekli bir genç varsa ondan haberin olmalı, en azından ismi zikredildiğinde zihninde bir şey canlanmalı. Sağ olsun bizim medyamız geçecekleri çok küçük bir haberle, tanıtım programı ile Benyamin ve daha onun gibi nice olanları bizlere tanıtmaz, bahse girerim kendileri de tanımaz. Ama nedense sayelerinde yine hiç dinlemediğimiz hatta dinlemekten korktuğumuz seslere sahip isimleri istemesekte tanımama şansına sahip olamayız. Umarım bir gün birileri bu ülkede farklı düşünmeye başlarlar ve o farklı düşünecek birilerinin sayıları bu ülkeyi değiştirecek kadar çoğalır.
Benyamin için ise belki de son sözümüz, Allah rahmet eylesin, huzur içinde uyusun...


2.12.2011

Pizza Pizza


Öğrencilik yıllarımda İzmir’de tanışmıştım Pizza Pizza ile. Zaten ilk şubelerini de 1995 yılında İzmir Alsancak’ta açmışlar. İşte bundan sonrası tam bir başarı öyküsü. Çünkü İzmir Alsancak’ta, Ankara Kızılay’da ya da İstanbul Taksim’de açılan onlarca yüzlerce dükkan vardır. Dikiş tutturamayıp ta kapananlar zaten söz konusu değil fakat hadi gerçekten kazanan ve isim yapanları ele alalım. Bunlardan kaç tanesi şu anda tüm Türkiye’ye bir servis ağı genişletecek duruma gelebilmiştir. İşte Pizza Pizza’nın başarısı da tam bu noktan hareketle başlıyor. 1998 yılında cep harçlığımı çıkarmak için Alsancak’ta oturan zengin bir ailenin çocuğuna (yabancı bir aile fakat kökleri İzmir’e ait, Türkçe konuşulan bir ev ortamı) özel ders veriyordum. Yemek olayını da bazen ders öncesi, bazen ders sonrası (çoğunlukla da hem önce hem sonra J tam bir pizza bağımlısı olmuştum ve daha iyi bir alternatifte yoktu zaten) Kıbrıs Şehitleri Cad. de pizza ile hallediyordum. Tam da o yıl Kıbrıs Şehitleri’nde ilk şubesini açmış olan Pasaport Pizza (bir rivayete göre Pizza Pizza’dan koptuğu söylenir) Pizza Pizza ile ciddi bir rekabete girmişti ve Combo (Parça Pizza, patates, kola) mönülerinin fiyatları her iki pizzacıda da inanılmaz ucuzlamıştı. Öyle ki öğrencilik yıllarımda kaldığım Hoca Ahmet Yesevi Yurdu’nun (Buca) öğrenciye acımayan insafsız yemekhanesinin, en kötü ve adi malzemeleri kullanarak verdiği yemeğin yarı fiyatı belki daha da azına inmişti. Zaten biraz da bu sayede 2 saat verdiğim dersin hem öncesi hem sonrası pir Pizza Pizza, bir Pasaport Pizza’ya oturup bir üniversite öğrencisinin yapabileceği en iyi ziyafetin tadını çıkarabiliyordum. Pasaport Pizza’nın Pizza Pizza’dan kopma rivayeti sanırım doğru, çünkü pizza kaliteleri neredeyse aynıydı, biri ötekine tercih etmek çok zordu. Zaten bu da Pizza Pizza’nın Türkiye’ye Pasaport Pizza’dan daha hızlı yayılmasını ciddi bir başarı sayabileceğimiz durum analizlerinden biridir. Şu anda nasıldır bilmiyorum ama o zaman nereyse müşterinin 99% u parça pizzanın bulunduğu combo ya da buna ilave olarak sunulan “chicken nuggets” ların olduğu mönüyü tercih ederdi. O nedenle ne yalan söyleyeyim diğer çeşit pizzalar hakkında çok sağlıklı bir bilgiye sahip değilim. Parça pizza mantar, kaşar ve sosis den oluşuyor ve kalın pizza hamuru kullanılıyordu. Yoğun kalori ihtiyacı hisseden öğrenciler olarak üzerine bol ketçap ve mayonez kullanırdık. Uzun bir süre masalarda hardal da bulundurdular fakat talep olmayınca sonrasında kaldırılmıştı. Benim en sevdiğim olaylardan biri de yoğun acı sos dökerek daha keskin bir tat sağlamaktı. Hala masalarda acı sos bulunduruyorlar mıdır bilmiyorum. Çünkü o zaman ki mönü fiyatlarına göre pahalı bir kalem olduğunu söyleyebilirim. O zamanlar Kıbrıs Şehitleri’nde Pizza Pizza’nın 2, Pasaport Pizza’nın ise 1 şubesi vardı. Pasaport Cadde’nin sonlarına doğru yer alıyordu ve bu inanılmaz rekabet de ona yakın olan Pizza Pizza şubesi ile yaşanıyordu. O yüzden biz hiç üşenmez, Cadde’nin sonuna kadar yürürdük. Bundan sonra pizza Pizza İzmir içerisinde şubelerini çok hızlı artırmaya başladı. Bornova, Buca, Hatay, Alsancak’ın diğer bölgeleri derken bir ağ gibi kapladılar. Pasapor Pizza’da İzmir’i düşünecek olursak bir adım geriden takip ediyordu fakat olay zaten İzmir sınırlarının dışına çıkıldığında yaşandı. Pizza Pizza önce Ege’ye , sonra Akdeniz’in tatil yörelerine derken hızlı bir yayılma gösterdi. Daha yacvaş olsa da Pasaport Pizza’da buna ayak uydurmaya çalışıyor. Yanlışsam bağışlayın fakat hala Ankara’da bir Pasaport şubesi yok. Pizza Pizza ise başarılı başarısız denemelerinden sonra varlığını koruyor. Bence pizza severler her ikisine de büyük bir teşekkür borçlu çünkü hem bu lezzetin yayılmasında Pizza Hut, Dominos gibi yabancı rakiplerinden daha büyük bir katkı sundular, hem de pizza yemenin maddi değerini gerçekten aşağı çektiler. Bunu haricinde yapmak istediğim bir eleştiri ise hızlı büyürken kontrolün tam sağlanamadığı anlar da oldu. Benim için bir alışkanlık ve eskiyi hatırlamaya dönüşen Pizza Pizza’da yemek, çok kötü şubelerin ve İzmir’deki ile uzak yakın alakası olmayan pizzaların önüme gelmesine de yol açtı. Özellikle Denizli’deki bir Pizza Pizza’da hayatımın en kötü combo mönüsü önüme getirilmişti. Yine Ankara Kızılay şubesinde bir memnun ayrılırsam bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Bir diğeri Eskişehi Pasaport Pizza'da yediğim kombo (bir rivayet; Pizza Pizza combo ismini Pasaport Pizza'nın kullanmasını yasaklatmıştı) mönüden yine hayal kırıklığı ile ayrılıyordum. Bunlar da düzeltilirse işte o zaman tam bir başarı gerçekleşmiş olacaktır.
Pizza Pizza için buradan, Pasaport Pizza için şuradan buyrunuz..
 

1.12.2011

konuşu-yorum: Türk Futbolunun Semih’lere, Burak’lara değil Umut’lara, Mehmet’lere, Arda’lara ihtiyacı var..

Galatasaray’ın 2000 yılında yaşattığı UEFA kupası sevinci, hemen sonrasında Galatasaray’ı bu zafere taşıyan Hagi’nin önderliğindeki Türk futbolculardan kurulu milli takımın Dünya 3. lüğü başarısından sonra futbolumuzun giderek zayıfladığını, diğer ülkelerin gelişen futboluna ayak uydurmakta zorlandığını sanırım hepimiz kabul ediyoruzdur. Hemen itiraz edenler olacaktır, 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki 3. lüğümüz ne peki diye. Orada gerçekten bir Türk mucizesi yaşandı bence. Hatırlayın gruptan bile kolay çıkamadıktan sonra son dakika golleri ile, geriden gelmelerle yarı finale kadar gidebildik. Şimdi şöyle bir düşünelim, bu bir turnuva değil de yine aynı takımların oluşturduğu bir lig usulü derecelendirme olsaydı bırakın 3. lüğü, 8. bile olamazdık. Tabi ki turnuvaların kendine has ayrı bir durumu vardır ve turnuva takımı olabilmekte yapılası çok kolay bir iş değildir. Misal turnuva takımına en iyi örnek Almanya’dır. Eleştirilirler, kötülenirler ama bir de bakmışsınız ki yarı finaldeler, finaldeler. Ne kadar kötüleseler de aynı Almanya için hiç kimse lig-turnuva karşılaştırmasında şaşılacak derecede bir başarı farkını beklemez.
Bilmiyorum aynı gözlemi sizler de yapıyor musunuz, Türk milli takımı ve kulüp takımlarımızın maçlarını izlerken futbolumuzun giderek zekadan da yoksun oynamaya başladığımız bir oyun haline döndüğünü görüyorum. 20-30 yıl öncesinin Türkiye futbolundaki gibi topu tehlikeli alandan uzaklaştırmak için hiç hesapsız ileri doğru dan dun vurulan topların bugünün Türkiye futbolunda yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Giderek soğukkanlılığını kaybeden ve kendine güvensiz futbolcuların sahada yer almaya başlamalarını izlemek gerçekten üzücü.
Konu başlığımıza gelecek olursak neden bu isimleri kullandığımı ve ne söylemek istediğim açıklamaya çalışayım. Semih Şentürk ismini kullandım çünkü yakın zaman öncesinde hem Fenerbahçe’de hem de milli takımımızda yıldızlaşmış ve herkes Semih neden ilk 11 oyuncusu değil de, Kezman, Guiza gibi büyük başarısızlıklara imza atmış oyuncuların bile yedeği diye sorgularken, Semih hiç bir rahatsızlık belirtisi göstermiyordu. Bütün Türkiye Semih’in yeteneğine ve zaten çok uzun olmayan genç futbolculuk yıllarına acır durumda ve Semih’in kesinlikle bir Avrupa kulübüne transfer olması gerektiğini savunurken Semih ara ara basına yansıyan açıklamalarında “Fenerbahçe’de mutlu olduğunu ve bir yere gitmek düşüncesinin olmadığını vurguluyordu.”
Geçen yıl yıldızı parlayan ve istikrarlı başarısını bu yılda devam ettiren Burak Yılmaz ise geçenlerde bir açıklama yapmış. “Eğer gideceksem Barcelona, Real Madrid ya da M. United gibi bir takıma gitmek isterim” diye. Maalesef şu an yerli golcü olarak en iyilerimizden biri de olsa, Burak’ın bahsi geçen bu takımlara transfer olması, olsa bile bu takımlarda forma giyebilmesi pek mümkün değil. Yani Burak bir anlamda hiç bir yere gitme niyetinde değilim diyor. Çünkü profesyonel bir futbolcu olarak bu gerçeği o bizden çok daha iyi biliyor.
Aynı davranışa sahip bu gibi isimlerin sayısını hiç de zor değil. Bense Türk futbolunun daha iyi yerlere gelebilmesinin (bu şu anki kötü futbolumuz için değil, en iyi olduğumuzda da geçerli olan bir düşüncemdi) Avrupa liglerine yapacağımız futbolcu ihracı ile gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Çünkü ancak bu şekilde gidenlerin yerlerine yenilerini koyma mecburiyetimiz bizi zorunlu bir motivasyona itecek, alt yapıda yer alan oyuncular için ise çok daha genç yaşlarda A takım formasına kavuşabilmek mümkün olacak, zamanla Dünya ve Avrupa basınının konuştuğu Türk futbolcuların arasında bir gün yer alabilmek çocuklarımızın hayalini süsleyecektir. Eğer bunu bir süreklilik haline getirebilirsek (çünkü UEFA başarısından sonra Hakan, Emre, Okan gitmişler fakat arkası gelmemişti) işte o zaman “70 milyonluk ülkeden çok iyi bir takım çıkaramıyoruz” klişesinin yerine Avrupa takımlarında top koşturan oyunculardan kurulu bir kaç tane çok iyi takım çıkarabilecek duruma geleceğiz. Bence hiç bir zaman eksik olmasınlar ve ülkelerinin formasını giymeye devam etsinler, şu anda bile milli takımımızı ayakta tutabilecek oyuncuların önemli bir kısmı başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan gurbetçilerimizin çocukları. Böyle bir avantajı hep çok iyi kullanalım fakat şunu da hiç bir zaman unutmayalım ki, onların bu denli iyi futbolcu olmalarında bizim hiç bir emeğimiz olmadı.
İşte bu nedenle, Burak’ın aksine Touluse’a giden Umut Bulut, illa da Real olsun diye tutturmayan ve Atletico Madrid ile La liga oynayan Arda, Valencia gibi yine bu ligin en iyilerinden birinde kendini ispat eden Mehmet Topal, Rusya’da (Avrupa liglerinin gerisinde olsa da bizden çok daha başarılılar) kendilerini ispat eden Gökdeniz ve Fatih Tekke hatta başkan değişikliği ile hayalleri yarım kalan ve son anda Marsilya transferi engellenen Servet (ve daha bir çok isim) gibi oyuncuların zihniyetinde oyunculara ihtiyacımız var. Türk futbolunun gelişimine katkı sağlayacak en önemli işlem maddelerinden bir tanesi de oyuncularımızı bu yönde destekleyecek medya ve kamuoyu bilinci geliştirmek olacaktır.